Translate

24 Ağustos 2014 Pazar

Veda

Birazdan okuyacağınız bu yazı benim için çok büyük anlam taşıyan, şüphesiz kıymet verdiğim özel yazılardan biri, belki çok aktif bir blogger değilim ancak paylaşım yaptığımda da onun güzel olmasından yanayım. Yorum ve önerileriniz beni mutlu eder. İyi Okumalar...

(Yukarıda gördüğünüz fotoğraf, ölen bir insanın küllerinin, yakınları tarafından  Ganj nehrine atıldıktan sonraki ağıt  töreninden bir kare)

VEDASIZ AYRILIKLAR

Şüphesiz kaybetmek ne demek en iyi ben bilirim... Tamam belki benim gibi daha niceleri vardır. Ama onlar ve ben biliriz bunun ne acı tesadüfler olduğunu... Kimsenin başına gelmemesi için dua edeceğimiz kadar kötüdür bu his... Vazgeçmek değildir bu vazgeçirilmektir... Ve biz biliriz her güzel şeyin bir gün biteceğini; bazen farkına bile varamayız elimizdeki güzelliklerin, oysa hep kıymet elimizden gidince anlaşılır... Ya da bilmem belkide farkında olarak yaşarız o nimeti bir gün biteceğini düşünmeden... Tasarrufsuz da davranız ama yine yetmez, yeterli olamaz... Biz biliriz sevdiklerinden ayrılanların ayrılık acısını... Ah bide sonunda beklediğiniz bir umut yoksa yaşananlar daha da bi acı verici olur. Yaşadığınız, yaptığınız her anın geri gelmeyeceğini bilmek derin ukteler uyandırır sizde; boğanız düğümlenir... Kimi zaman bu his ne yapacağını bilememektir çünkü engeleyemezsiniZ, engel koyamazsınız... Acının sebebini bilirsiniz çoğu zaman ama bilmemezlikten gelerek gözyaşlarınızı savuşturursunuz... İçinize düşen o hissi, o yumruyu anlamamızlıktan gelirsiniz... 'Yaşamasaydım keşke' demek doğru mudur sizce? Eğer dersek yaşamanın bir anlamı olur muydu? Ya da bilmem her insan sizce her şeyin biteceğini bile bile mi yaşar? 
Ölüm gibi tatsız bu his, histerikli bir veda... Peki ya vedasız ayrılık daha mı iyidir? Yaşadım biliyor musunuz? Vedası olmayanı yaşadım... İstemeden yaşadım ve bir daha asla göremeyeceğimi anladım Oysaki veda öyle önemliydi ki benim için... Şimdi ne zaman birinin yanından ayrılsam hep ona sıkı sıkı sarılıyorum, veda ediyorum; ama o bilmiyorki neden yaptığımı... Bilmiyor ki onunlada vedalaşmadan ayrılmak istemediğimi... Ölüm iki hece dört harf... Acımasız bir kahkaha gibi... Seni senin elinden almak için kapına dayanmış gibi... Senin parçanı koparmaya gelmiş gibi... En sevdiğin gittiğinde senden alındığında bütün bütün olmasa da parça parça ölüyorsun böyle sende ölmüşsün gibi... O gidince peşi sıra sende gitmek istiyorsun onunla olayım diye, sende ölmek istiyorsun çünkü onun ne yaşadığını bilmek istiyorsun... Ayrılık... Kor gibi taze içimde hep gözlerimin önünde... Birde ne var biliyor musun? Unutmak... Bazen ona ne diye seslendiğini bile unutmak... En acısıda bu... Ve ben hep zihnimde tazeliyorum onu kendimi zorluyorum; ağlasam bile onunla yaşadıklarım silinmesin diye onu hep aklıma getiriyorum. Acı hiçbir zaman ilk günkü gibi taze değil aynısı gibi kalmıyor ama hiçte bitmiyor; zaten bitsin istemiyorum ki... Şimdiki ayrılıklara hep büyük tepkiler veriyorum sebebi belli sanki onunla yaşadığım gibi olacak korkusu, aynı acıyı yeniden hissetmek gibi... Şimdi şu ufacık ayrılık bu yüzden bu kadar zor... Bu bende her şeyin yeniden tazelenmesini sağlıyor. İşte bu yüzden yaşadığım acı olağanca önüme serildildiğinden ben bu kadar üzgünüm. Kaybetmek ne demek, özlemek ne demek, ayrılık ne demek iyi biliyorum. Kelimelerin anlam bulmuş haliyimde ondan... 

Deniz...




Hiç şüphesiz bu dünyada beni yalnızca uçsuz, bucaksız, engin denizler anlar. İçimi dökebildiğim, sevincimi, hüznümü kuşkusuz paylaşabildiğim tek adres... Yüreğimi yakan acıları dalgalarına saldığım, hüsran yaşlarımın kırıntılarını içine bıraktığım engin denizler... Sanki karşısına her çıktığımda, her kendimden bahsettiğimde, her kırgınlığım da kıyıya vuran hırçın dalgalar bana bir cevap gibi... Acılarım her sert dalgalarda, sanki suya çarpmış bir kaya misali... Oysa benim gönlümde o kayalar un ufak oluyor her dalga darbesiyle... İçime bu denli huzuru salabilen bir arkadaş, bir sırdaş, bir dost...   Sessiz, kimsesiz bir köşede karşısına geçip dertleşmek benim en büyük tesellim...
Ben... Bozkırın çocuğu, Anadolu'nun ortasında kalmış güya bir büyük şehrin evladıyım. Bundan sebep, hep hasretim deniz kokusuna, dalgasına... Uzağım öyle uzağım ki... Vuslatım, yaz mevsimi kapıyı çaldığında üç beş günlük denizden ibaret... Hani insan sevdiğiyle beraberdir ya mesafeler olsa bile işte aynen öyle. Mektuplarım var benim kocaman kutular dolusu, denize yazılmış mektuplar... İçimi dökebildiğim tek varlığa kağıtlar, kalemler, kelamlar eşlik eder oldu. Güya birde hayallerin kucağındayım. Cam bir şişeye dolduracaktım mektuplarımı, ağzını da mantar tıpayla kapatacaktım. Sonra da en yakın kavuşma anında salacaktım hırçın dalgalara... Çocukça bir hayal şimdi gözümde... Belki biri bulurdu, belki batardı suda, belki de şişe kırılır, mektuplar denizle hem hal olurdu. Sonuç önemsiz, önemli olan amaç. Öyle ya ben ulaşırdım amacıma.