Translate

4 Eylül 2015 Cuma

Kıyıya Vuran İnsanlık

Paul Auster'in Son Seyler Ülkesi kitabından 
Çevrede görülen her şey insanı yaralayabiliyor, insanı küçültebiliyor. Bir şeyi görmekle, yalnızca görmekle, bir parçanı kaybediyorsun sanki. Çoğu kez, bakmanın tehlikeli olabileceğini seziyor, gözlerini kaçırmak, hatta sımsıkı yummak eğilimini gösteriyorsun. 
O yüzden de şaşkınlığa kapılmak, baktığın şeyi gerçekten görüp görmediğini kestirememek ya da gördüğünü başka bir şeyle karıştırmak, ya da daha önce gördüğün -hatta düşlediğin- bir şeyi anımsadığını sanarak bocalamak çok kolay. Bu işin ne kadar karmaşık olduğunu anlayabilir misin? Herhangi bir şeye bakıp, "Ben şuna bakıyorum," demek yetmez. 
Gözünün önünde duran şey bir kalem ya da bir parça ekmek kabuğuysa bu olabilir belki. Ama ölü bir çocuğa, başı ezilmiş ve kana bulanmış olan, sokakta çırılçıplak yatan küçük bir kıza baktığını fark edince ne yapacaksın? O zaman ne diyeceksin? Hiç kem küm etmeden, dümdüz bir sesle, "Ölü bir çocuğa bakıyorum," diyebilmek kolay değil. Beyin sözcükleri biçimlendirmemekte diretiyor. Yapamıyorsun nedense. Çünkü gözünün önündeki şey kolayca içinden sıyrılabileceğin, kendinden ayrı tutabileceğin bir şey değil. Yaralanmak dediğim zaman bunu anlatmak istemiştim. 
Bakıp geçemiyorsun, çünkü gördüklerin -nedense- senin bir parçan, içinde gelişen öykünün bir bölümü oluyor. Hiçbir şeyden etkilenmeyecek kadar katılaşmak iyi olurdu herhalde. Ancak o zaman da insanlardan büsbütün kopar ve öyle bir yalnızlığa kapılırsın ki hayat katlanılmaz duruma gelir. bunu yapmayı başaranlar, kendilerini birer canavar haline  sokacak gücü kendinde bulanlar da var. Ama sayılarının ne kadar az olduğunu bilsen şaşarsın. Ya da şöyle diyeyim: 
Hepimiz canavarlaştık, ama yüreğinde bir zamanlar yaşadığı hayatın bir kırıntısını taşımayanımız yok gibi. 

21 Ağustos 2015 Cuma

Ne çok değişirmiş insan... Ne çok... Bir sonraki zamanda aynı noktadan bakamazmış meğersem. Ne garip, bir yıl öncesiyle bile aynı düşünememek. Ileriye taşıyamadıysan da bir ızdırap ve gerilediysen daha da ızdırap. Ne eksiltmişiz hayatımızdan ve inanç böylesine sarsılmış geriye dönük olan... Hayat mı avareleşmiş bir önceki yıla nazaran? Biz mi tembelleyesiymişiz iyice? 

  Peki ya aynı cümleleri kuramayacak kadar güçsüzleşmek? Aynı, o güzel pencereden baktığın gibi yeniden bakamamak? Kalp mi katılaştı? Izdırap yüklü bu hayatta nedir bu umutsuzluk kuşağı? Izdırap varken daha çok sarılmak gerekmez miydi var olana? Bunca üzüntü ve bunca boşluk... Nedenini biliyorum ben galiba ey tembel ve nankör nefsim!

30 Nisan 2015 Perşembe

Bir Bahsediş, Bir Acıya Bir Cevap Belkide

Kaderin sillesine boyun eğmek yerine bir ölümü insanın kendisine mal etmesi niye? Bu kadar pervasızca kaybetmek ne demek bilirim. Ve özlemek... Ellerimizden her daim tutan insanların yokluğuna alışmak zor... Yalnızlığın kararmış gecelerine hapsolmakta. Ölüm... İpeğin kozasından sapasağlam çıkması için ipek böceğinin kendinden vazgeçmesidir. Bunun için kadere kızabilir miyiz? Rumi'nin şu sözleriyle teselli bulmalıyız biz aklı selim insanlar:
"Sevdiğin birini yitirince bir yanın onunla beraber kaybolur. Terk edilmiş hayaletli bir ev gibi buruk bir yanlızlığa esir olur, eksik kalırsın. Içinde bir sır gibi, giden sevgilinin yokluğunu taşırsın. Öyle bir yaraki üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin genede canını yakar. Öyle bir yara ki iyileştiğinde bile kanar. Bir daha gülmeyeceğini, asla hafiflemeyeceğini sanırsın. Karanlıkta el yordamıyla ilerler gibi akar hayat. Önünü görmeden, yönünü bilmeden, sadece şu anı kurtararak... Gönlünün kandili sönmüş, zifiri gece kalmışsınıdır. Ama işte ancak böyle durumlarda, yani iki göz birden karanlıkta kalınca, bir üçüncü göz açılır insanda. Kapanmayan bir göz... Ve ancak o zaman anlarsın ki bu elem sonsuza dek sürmeyecek. Hazandan sonra başka mevsimler, bu çölden geçince nice vadiler gelecek, bu ayrılığın ardında ebedi bir vuslat."

2 Mart 2015 Pazartesi

Ne denir ki buna?

Sadece bazen katlanamıyorum ve hiç yapmayacağım şeyleri yapmaya mahkum ediliyorum. Kötü bitmesin diye her şeyi alttan alıyorum. Kalpler kırılmasın diye dayanmaya çalışıyorum, dişlerimi sıkıyorum. Oysa ben hiç ama hiç eyvellahı olmayan ben!!! İçimde çığlıklar, fırtınalar ve sadece kendime anlatabildiğim bütün sıkıntılarım... Çırpınıyorum bir balık gibi tutunabilmek için şu hayata... Yıpranıyorum, hırpalanıyorum ve yine sahte gülücüklerimi dağıtmaya devam ediyorum. Belkide hayatımın en zor dönemeci ve belkide sığınmaya, birilerinin omzunda ağlamaya en muhtaç olduğum zamanda ben yapayalnızım... 

12 Aralık 2014 Cuma

Teşekkürler...

Merhaba,
Uzun soluklu bir aradan sonra sizinle hayatımda olup biten güzel şeylerden bahsetmek istiyorum...
Heyecanla vereceğim haber ise.....
Bu ay 2 tane edebiyat dergisinde yazılarım yayınlandı. Hemde "2"
Bu dergilerden 1.si "Uludağ Üniversitesi Edebiyat Fakültesi" tarafından hazırlanan "İncir Çekirdeği Dergisi" Yazın hayatına başlamamda elimden tuttukları için onlara sonsuz teşekkürler... Bana inanıp dergilerinin ilk sayfalarında yer verdikleri için özel bir teşekkür daha....
2.si ise ilginç içerikleriyle ve geniş yelpazesiyle birçok yazarı bir araya getiren "Kültür Çıkmazı Dergisi" onlara da özel bir teşekkür, ben emeklerken elimden tutup yürümeme yardımcı oldukları için...
Şuan ki mutluluğumun tarifi imkansız... Küçükte olsa hayallerime adım atmanın, bir başlangıç yapmanın mutluluğu içerisindeyim. Bana destek olan ve hep inan insanlara kucak dolusu teşekkür daha...
Dipnot: Belirttiğim dergileri "İSSU" uygulaması ile app olarak indirebilir ve mobil okuyabilirsiniz. Bakmanızı tavsiye ediyorum. Bana değer verip okuyanlar iyi ki var. Vesselam...
Bakınız: http://incircekirdegidergisi.weebly.com/
http://kulturcikmazi.com/

2 Kasım 2014 Pazar

Kalp Kırmak...



Ahenkle çalınan uyumlu notaların arasına yanlış bir sol yerleştirdim ben. Hemde en kalınından sert bir sol. Tınıyı derinden sarsacak bir sol. Başlayan senfoni küçük gibi görünen bir hatadan dolayı yerle bir oldu. Domino taşları gibi başlangıcın yanlış sesi tüm orkestranın sarsılmasına sebep oldu. Sonucunda da ortaya kocaman bir hezimet çıktı, küçücük gibi görünen o sol anahtarının yüzünden... İşte bende aynısı yaptım,bir kalp kırdım. Kalp kırmakta böyle benim için, sevdiğim bir parçanın içinde farkettiğim o yanlış nota, farkedilebilen yanlış nota... Peki kırılan kalp nasıl tamir edilir? Kanaatimce o kalp bir makineden ibaretse parçalarını toplayabileceğiniz bir parçalanmışlıktır. En korktuğumsa o kalbin bir cam vazo olması, kırılan parçalarının elinize batmaktan başka çaresi olmayan... İşte onu tamir etmek... Var mı böyle bir şey? 
 İçimde hissettiğim şey vicdanımın acı çığlıkları, gözlerimi kapatmama mani olan o hırçın dalgalar... Kalp kırmak duyguların en farklısı diyebilirim. İnsana yaptığı hatadan ötürü ızdırap duyduran türden bir şey... Acı beraberinde çoğu kez pişmanlığı sürüklemez,yalnızca acır; olan biten için... Kalp kırmaksa pişmanlığın en dipsiz kuyularına çeker seni. Bir hortum gibi içine hapseder, kara delik gibi çeker. İçinizde sizi yiyip bitiren bir kurt gibi didik didik eder her köşeciğinizi... Pişmanlık, insanın kendisine ağlamasıdır. Kalp kırıklığıysa sizinle ağlayan birini ağlatmaktır. Bazen bir hiç uğruna... Masada konuşulan, havada kalan sözler gibi, oysa mesaj yerine ulaşmışsa, posta kutusundan çıkarılıp okunmuşsa bir zehir yudumlanır mecburi. Her zehrin panzehiri olmadığı gibi dipsiz kuyularında yoktur. Peki kalbi kırılan bertaraf edebilir mi? Tenine bir kor gibi değmiş o ateş pahası sözleri. Acıyı görmezden gelebilir mi? Kalbi kıran, pişmanlığını kırdığının ona yaşattıklarına sayabilir mi? Öyleyse bu haksızlık mı olur? İşte bunları ayırt edemeyecek kadar kararsızım ben...

24 Ağustos 2014 Pazar

Veda

Birazdan okuyacağınız bu yazı benim için çok büyük anlam taşıyan, şüphesiz kıymet verdiğim özel yazılardan biri, belki çok aktif bir blogger değilim ancak paylaşım yaptığımda da onun güzel olmasından yanayım. Yorum ve önerileriniz beni mutlu eder. İyi Okumalar...

(Yukarıda gördüğünüz fotoğraf, ölen bir insanın küllerinin, yakınları tarafından  Ganj nehrine atıldıktan sonraki ağıt  töreninden bir kare)

VEDASIZ AYRILIKLAR

Şüphesiz kaybetmek ne demek en iyi ben bilirim... Tamam belki benim gibi daha niceleri vardır. Ama onlar ve ben biliriz bunun ne acı tesadüfler olduğunu... Kimsenin başına gelmemesi için dua edeceğimiz kadar kötüdür bu his... Vazgeçmek değildir bu vazgeçirilmektir... Ve biz biliriz her güzel şeyin bir gün biteceğini; bazen farkına bile varamayız elimizdeki güzelliklerin, oysa hep kıymet elimizden gidince anlaşılır... Ya da bilmem belkide farkında olarak yaşarız o nimeti bir gün biteceğini düşünmeden... Tasarrufsuz da davranız ama yine yetmez, yeterli olamaz... Biz biliriz sevdiklerinden ayrılanların ayrılık acısını... Ah bide sonunda beklediğiniz bir umut yoksa yaşananlar daha da bi acı verici olur. Yaşadığınız, yaptığınız her anın geri gelmeyeceğini bilmek derin ukteler uyandırır sizde; boğanız düğümlenir... Kimi zaman bu his ne yapacağını bilememektir çünkü engeleyemezsiniZ, engel koyamazsınız... Acının sebebini bilirsiniz çoğu zaman ama bilmemezlikten gelerek gözyaşlarınızı savuşturursunuz... İçinize düşen o hissi, o yumruyu anlamamızlıktan gelirsiniz... 'Yaşamasaydım keşke' demek doğru mudur sizce? Eğer dersek yaşamanın bir anlamı olur muydu? Ya da bilmem her insan sizce her şeyin biteceğini bile bile mi yaşar? 
Ölüm gibi tatsız bu his, histerikli bir veda... Peki ya vedasız ayrılık daha mı iyidir? Yaşadım biliyor musunuz? Vedası olmayanı yaşadım... İstemeden yaşadım ve bir daha asla göremeyeceğimi anladım Oysaki veda öyle önemliydi ki benim için... Şimdi ne zaman birinin yanından ayrılsam hep ona sıkı sıkı sarılıyorum, veda ediyorum; ama o bilmiyorki neden yaptığımı... Bilmiyor ki onunlada vedalaşmadan ayrılmak istemediğimi... Ölüm iki hece dört harf... Acımasız bir kahkaha gibi... Seni senin elinden almak için kapına dayanmış gibi... Senin parçanı koparmaya gelmiş gibi... En sevdiğin gittiğinde senden alındığında bütün bütün olmasa da parça parça ölüyorsun böyle sende ölmüşsün gibi... O gidince peşi sıra sende gitmek istiyorsun onunla olayım diye, sende ölmek istiyorsun çünkü onun ne yaşadığını bilmek istiyorsun... Ayrılık... Kor gibi taze içimde hep gözlerimin önünde... Birde ne var biliyor musun? Unutmak... Bazen ona ne diye seslendiğini bile unutmak... En acısıda bu... Ve ben hep zihnimde tazeliyorum onu kendimi zorluyorum; ağlasam bile onunla yaşadıklarım silinmesin diye onu hep aklıma getiriyorum. Acı hiçbir zaman ilk günkü gibi taze değil aynısı gibi kalmıyor ama hiçte bitmiyor; zaten bitsin istemiyorum ki... Şimdiki ayrılıklara hep büyük tepkiler veriyorum sebebi belli sanki onunla yaşadığım gibi olacak korkusu, aynı acıyı yeniden hissetmek gibi... Şimdi şu ufacık ayrılık bu yüzden bu kadar zor... Bu bende her şeyin yeniden tazelenmesini sağlıyor. İşte bu yüzden yaşadığım acı olağanca önüme serildildiğinden ben bu kadar üzgünüm. Kaybetmek ne demek, özlemek ne demek, ayrılık ne demek iyi biliyorum. Kelimelerin anlam bulmuş haliyimde ondan...